1 Nisan 2017 Cumartesi

Türkçülüğün Esasları'ndan Öne Çıkanlar

  Ziya Gökalp 1876-1924 yılları arasında yaşamış, Türkçülük fikrinin öncüsü kabul edilen şair, yazar ve siyasetçimizdir. Dünya genelinde Fransız İhtilali sonucu artan milliyetçi görüş akımlarının bir sonucu olarak Osmanlı Devleti'nde 19. yüzyıl sonunda ortaya çıkan Türkçülük, Türk halkının kültürel ve politik birliğini amaçlar. Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı kitabında Türkçülüğün ne olduğunu, programının ve yönteminin neye dayandığını anlatmıştır. Anlatılanlar tarihi ve o anki şartların gerçekliğinden ilham alınarak derlenmiş ve Ziya Gökalp'in sosyoloji ile yakın olmasından dolayı, sosyoloji biliminin çerçevesinden yorumlanmıştır.

 


  Öncelikli olarak kitap 1923 yılında, Milli Mücadele'nin sona erdiği ve yeni Türk Devleti'nin kurulduğu yıllarda kaleme alınmıştır. Bu sayede kitapta yazıldığı döneme ait birtakım gerçekleri açıkça görebiliyoruz. Bu dönemde bildiğimiz gibi aydınlarımız yüzünü batıya çevirmiş ve batıyı örnek alma yoluna gitmiştir. Bu durum Ziya Gökalp'e de tesir etmiş ve bir Türk'ün temel özelliklerinin şu şekilde olması gerektiğini söylemiştir:

''Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, Garp medeniyetindenim.'' (sf. 61)

 

  Ziya Gökalp, Şark medeniyetinin Garp medeniyetine göre geri kaldığını ve bizim de Garp medeniyetine dahil olmamız gerektiğini açıklamıştır. Fakat Garp medeniyetine dahil olurken kendi kültürümüzü muhafaza etmemiz gerektiğini üstüne basa basa vurgulamıştır. Bu noktada Tanzimatçıların batıya yönelişlerine bir eleştiri getirir ve onların tamamıyla batı özentisi olduğunu ve batının yanlış taraflarını aldıklarını dile getirir.

 


  Ziya Gökalp'in kitabında en çok eleştirdiği konulardan bir tanesi de Osmanlı Devleti'nde Türk kavramının arka plana atılmış olmasıdır. Osmanlı Devleti'nin Arap ve Acem kültürlerinin etkisinde kaldığını belirtir ve hatta Osmanlı'da insanların ''Türk'üm'' diyemeyecek hale geldiğini söyler. Türklerin Osmanlı Devleti içindeki durumunu şu şekilde açıklar: 

 

  Ziya Gökalp, dilde yaşanan değişime de kitapta büyük yer ayırır. Osmanlıca dediğimiz dilin suni bir dil olduğunu (ilginçtir, bu yönüyle Osmanlıca diline Esperanto benzetmesi yapar) ve bu dilde her kelimenin Arapça, Acemce ve Türkçe karşılığının olduğunu, bu durumunda dilin mükemmeliyetini düşürdüğünü öne sürer. Fakat dilde mükemmeli yakalamak için çözüm olarak dilimizden Arapça ve Acemce kelimeleri atmayı görmez. Halkın diline yerleşen Arapça ve Acemce kelimelerin atılmasına karşı çıkar çünkü halk bu kelimelerin Türkçe karşılıklarına aşina değildir.

 

  Ziya Gökalp, dil ile birlikte edebiyata da kitabında önemli bir yer ayırmıştır. Bu noktada bizim milli edebiyatımızın Halk Edebiyatı ve milli ölçümüzün hece ölçüsü olduğunu öne sürer ve halk masallarını, şiirlerini, özdeyişlerini yaşatmamız gerektiğini savunur. Bu iddiasına kanıt olarak Divan Edebiyatı'nın bize ait bir yönü olmadığını belirtir. Fuzuli, Nedim gibi bazı divan şairlerimiz aruz ölçüsünü Araplardan, Acemlerden özenerek almışlardır. Bu yüzden adı geçen kültürleri(dilleri) tanıyan şairler aruz vezniyle yazarken köylerimizde yetişmiş şairlerin hece ölçüsüyle yazdıklarına değinir. Aynı şekilde Arapların ve Acemlerin kendi milli ölçülerinin aruz ölçüsü olduğunu, bu yüzden de onların köylerinde yetişmiş şairlerin aruz ölçüsüyle yazdıklarını söyler. 

  Türkçülüğün Esasları'nda Türklerin ortak paydası vatan sevgilerine ve bu sayede bir millet şuuru oluşturduklarına da değinilmiştir. Yazıldığı dönemde zaten herkes tarafından açık seçik görülen bu durumu Ziya Gökalp şu şekilde ifade etmiştir: 

 

  Bu konuya bir başka örnek olarak ise Mete Han'ın şu anısını örnek göstermiştir: 

 


    Kitapta ayrıca değinilen önemli konulardan biri de Türklerdeki ahlaktır. Ziya Gökalp geçmişte kurulan Türk Devleti'nden örnekler vererek Türklerin hiçbir zaman emperyalist bir yapıya bürünmediğini, her zaman barış yanlısı olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Türklerin kimsenin dinine veya kültürüne bir müdahale de bulunmadığını da ifade etmiştir. Bu durumun temellerini eski Türk Devletlerindeki Gök Tanrı inancına dayandırır. Bu iddiasını günümüzde hala kullandığımız ''İl mi yaman, bey mi yaman?'' atasözüyle destekler. Bu atasözünde ''il'' kelimesi milleti temsil etmekte ve milletin beyden (handan) üstün olduğunu anlatmaktadır. Türklerdeki ahlak olgusunu ise şu şekilde anlatır: 

 

  Son olarak ise Ziya Gökalp, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'e büyük bir hayranlık duymaktadır. Onun Türkçülük fikrine bağlı olarak hareket ettiğini ve Osmanlı'nın yapamadığını yaparak Türklere hak ettiği değeri verdiğini söyler: 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Kusura Bakmayın Beyler, Bizim Sevdiğimiz Game of Thrones Bu Değildi

UYARI: Bu yazı dizinin 7.sezon 6.bölüme kadar olan kısımlarıyla ilgili ciddi spoiler içermektedir. Biz Game of Thrones'in ger...